HARAMLAR VE İLGİLİ MESELELER - (Zuhurâtı Izhârı'l-Vakf-ı Güneş 1.cilt)

HARAMLAR VE İLGİLİ MESELELER

 

Malum olan haramlar açıktır. Hırsızlık ve zorla alınmış şeyler gibi... Bu ikisi, haramların gayet büyüğüdür. Avam arasında alışveriş ederken bir miktar şeyi teklifsizlikle ve kendi eliyle almaları da bu­nun ikisinden biridir. Yani ya hırsızlık, veya zorla alınan gasp malı gibidir.

Ehli takvaya karşı sahibi tarafından yenilmesine izin verilmedikçe sahibi tarafından verilmedikçe alınması haramdır.

Davet yapılan bir kimse ile davet yapılmadan davetsiz gidilmesi ehli takvaya karşı münasıp değildir. Amma bir yüksek alim yanında tahmini bir iki kişi o zat ile beraber gidilmesi zaruri ise bunda bir sakınca yoktur inşallahuteala. Mevlid konusuna gelince mevlid okutan adam köylerde camide aporlör ile bütün halkı davet buyurması ilan olunuyorsa oraya gitmekte bir hata yoktur. İnşeallah. Fakat köyde veya şehirde adam kendi gücü miktarınca az bir adamlara karşı masraf edip mevlide istediği kişileri şahsen çağırmış ise çağırılmayan kişilerin yanı süre gidilmesi ehli takvaya karşı münasip değildir. Çünkü mevlid sahibi çağıracağı adamlara göre yemek hazırlamıştır.

Feteva-yı Bezzazi' de bildirilir ki: “Ağaç yemişlerinden yemek ha­ramdır. Meğer ki, ağacın yemişi gayet bol olsun ve sahibinin rızası da şüphesiz malum olsun. Bu takdirde ağacın yemişinden yiyebilirler, ancak alıp götürmek doğru değildir.”

Bu konuda ehli takvaya karşı ayrılır. Ehli takvaya karşı meyva sahibi bağ, sebze buna benzeyen meyva sahipleri ehli takvaya karşı meyva sahiplerinin elleriyle kesip koparıp verir ise ehli takva onu öyle alır yer. Mal sahibi koparıp kesip vermez ise takva sahibi kendi eliyle koparıp yemez. Şüpheli olduğu için.

Şu kadar bir fark varki kendi başımdan geçen halımı yazdırıyorum. Adana Ceyhan Sebze Halında bir müddet eğleştiğim zamanlarda Antep’ten kendi köy halkımızdan yakın olanlardan satmak için üzüm getirirler idi. Hiç birisinin kendileri seve seve vermeden getirdikleri üzümden yeme içme gelmezdi. Kendileri al da ye derler idi yinede içime yeme gelmez idi. Bazen içlerinde çok cömert saki olduğuna kanaatım hasıl olunca onların elleri ile verdiklerinden kifayet miktarı yerdim. Daha iyi açıklamalar. Şeyhimiz Bilal Baba hazretlerinin satılmak için üzümü gelirdi. Onu kalbime tereddüt gelmez idi. Bazen kifayet miktarı alır yer idim. Sebep Şeyhimiz ile aradaki samimiyet ne kadar çok olduğuna kanaatim hasıl olurduki o üzümünü teklif olmadan bir miktar yememde kendisinin daha çok memnun razı olacağına kanaatim hasıl olur idi. Yoksa her şahsın malından ve bazen kimselerin eliyle sundukları ye diye verdiklerinide almaz idim. İçime yeme gelmesi doğmaz idi. Çünkü bir kimse şüphelilerden sakınmaz ise ona haram yeme kolaylaşır Allah korusun.

Haram hakkında hadisi şerif:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمْ: لَوْكَانَ ف۪ى بَيْتِ الْمُؤْمِنُ قَدْرَ شَع۪يرٍ مِنَ الْحَرَامِ لَمْ يَسْتَجِبْ دَعَوْتَهُ وَلَوْكَانَ نَبِيًّا وَكُلَّمَا قَالَ يَا رَبِّ قَالَ اللّٰهُ تَعَلٰى لَا لَبَّيْكَ عَلَيْكَ يَا عَاصِى فَلَوْ اَتٰى عَلَيْهِ اَرْبَعُونَ يَوْمًا وَالْحَرَامُ ن۪ى بَيْتِه۪ كُتِبَ اِسْمُهُ ف۪ى دِوَانِ الْمُنَافِق۪ينَ ثُمَّ لَا يَنْتَفِعُ بَعْدَ ذٰلِكَ بِصَوْمٍ وَلَا صَلٰوةٍ فَاِنْ مَاتَ عَلٰى ذٰلِكَ الْحَالِ جُعِلَ قَبْرُهُ حُفْرَةٌ مِنَ الْحُفْرَةِالنِّرَانِ

“Bir kimsenin hanesinde haramdan bir arpa miktarı nesne olsa o kişinin duası müstecap olmaz. Gerekse Nebi olsun o kimse Cenab-ı Hak’ka dua edip Yâ Rabbî dediği zaman Cenab-ı Hak tarafından ya asi sana duana icabet yoktur. Deyu nida gelir. Eğer bir haram nesneden hanesinde olduğu halda kırk gün geçerse o kimsenin ismi münafıklar defterine yazılır. Ondan sonra oruç ve namazından menfaat eylemez o halda kendine ölüm erişirse o kişinin kabri cehennem çukurlarından bir çukur olur[1] Neuzubillahi min zalik.

Hasan İbni Yahya’ya ismi Azamı bilir misin? dediklerinde, evet biliyorum. Cevabını verdi. İsmi Azam nedir? diye Sorunca ismi Azam helal yemektir. Yani Halal yiyen kişi Cenab-ı Hak’kın esmalarından herhangisi ile dua eylese duası müstacap olur. İsmi Azam ile dua olunduğu gibi.

Bu hadisi şerife karşı çok dikkatli olalım ki yememizde içmemizde şüphelilerden belli haramlardan çok sakıncalı olmayı karnımızı helal lokma ile doldurmayı Cenab-ı Hak cümle mü’min kardaş bacılarımıza, evlat ve ezvaçlarımıza arkadan gelen nesille-rimize haramdan hakkıyla sakınıp helal yemeyi Habibinin hürmetine cümlemize nasip müyesser eylesin amin. Ya Muin.

Mecalis adlı kitapta bildirildiğine göre Resul Aleyhisselam bu­yurmuş ki: “Bir alim öldüğü vakit Allah'ın emirleri ve yasakları ya­zılı kitaplar bıraksa kıyamette o kitapların her bir yaprağı, cehen­nemle kendisi, arasında nurdan bir perde olur. Aynı zamanda Allah, o kitapların her harfine karşılık cennette bir şehir verir ki, her biri bu dünyadan yedi kere büyüktür.” O halde kitapların en hayırlısı, içinde Allah'ın emirleri ve yasakları yazılı olan kitap, imiş...

Tenbihü'l-Gafili’nde bildirildiğine göre Resul-i Ekrem Hazretleri, buyurdular ki:

“Bir lokma haramı terk etmenin sevabı, bütün insanların ve cinlerin kıldıkları taatlerin sevabından hayırlıdır.”

O halde bir haramı terk etmenin sevabı bu kadar yüksek olunca umulur ki, haram ehli olan bir kimsenin taat ve ibadeti ne kadar çok olursa olsun haramı terk etmediği için bu taatinin hiç, bir hayrı yok­tur.

Feteva-yı Bezzazi'de buyrulduğu üzere: “Her on iki arpa ağırlığın­ca kul hakkına karşılık kıyamet divanında cemaatle kılınmış ve def­terine makbul (kabul edilmiştir) diye yazılmış yedi yüz namaz sevabı verilecektir. İbrahim Ethem kadar taat de kılmış olsa kendisine bir habbe kalmaz. Belki bazı hak sahiplerinin hakkına bunun taatinin ka­fi gelmemesi Üzerine hak sahibinin bütün günahlarını, yüklenip kıyamet müflislerinden olarak kafirlerle beraber cehenneme sürülür.” Meşarik hadislerinde böyle buyrulmuştur.        

O halde haramdan kaçmak ve geçmiş haramların derdine düşe­rek bu dünyadan gitmeden önce hak sahiplerine haklarını vermek, bu mümkün değilse onları razı ve memnun ederek helalleşmek gayet önemlidir. Her ne lazımsa yaparak bu haramların ağır yükünden kurtulmak gerektir ki, bu ağır yükle ahirete gidip muhakkak cehen­nem ehlinden olmamalı.

Peygamber Efendimiz Hazretleri buyurur ki:

“Kıyamet gününde borç, sahibi ile cennet arasında büyük bir perde olup o kimseyi cennete bırakmayacaktır.” (İmadul İslam)

Mümkün ise sizlerde hakkı olan kimseleri bulup haklarını verip helalaşın. Veyahutta hak sahibi ölmüş ise onun hakkını Allah’ın razı olacağı bir hayrat yollarına umuma ait su yollarına, camilere bu gibi hayrat yollarına harç edip o haklının ruhuna hediye etmelidir. Veyahutta imanlı çok düşkün fakirlere geçimi dar olan Müslümanlara verebilir. Ve bu hatalarada çok tövbe istiğfarlar yapmalıdır.

Tevbe istiğfarı Allah izin verirse biraz açalım. Hazreti İmamı Ali kerremallahu veche Efendimiz camide kıbleye karşı oturmuş huzur murakabada iken dışarıdan bir kimse geldi. İmami Ali kerremallahu veche Efendimizin arkasına oturdu. Cehri aşikar olarak estağfirullahelazim estağfirullahelazim estağfirullahelazim’e devam etmeye başladı. Bir müddet tevbe istiğfara devam edince Hazreti İmamı Ali kerremallahu veche Efendimiz arkaya dönüp o kimseye Haza kezzap buyurdu. Anlamı. Yani senin bu tevbe etmen yalancıların tövbesidir. Deyince O kimse Ya Ali öyle ise bana lütfen sen hakiki gerçeklerin tövbesini buyur demesi üzerine

Hazreti İmamı Ali kerremallahu veche Efendimiz gerçeklerin tövbesi şöyledirki. Yaptığın günahlarına cidden nadim pişman müteessir olarak kendini Cenab-ı Hak’ka suçlu bilerek boyun büküp Kalb, huzuru Allah’ta olarak bir dahi onun gibi isyan hata kusur günah haya edep yırtıcı günahları bunlara müteessir olarak bir dahada yapmamak niyeti ile tövbe edersin. Gerçeklerin tövbesinin şartı birisi budur.

Gerçeklerin tövbesinin ikinci şartı. Seni bu günahlara sürükleyip sevk edip günah yapmana yardımcı olan günah arkadaşlarından ayrılmaz isen yine seni günah çirkefine sürüklerler.

Gerçeklerin tövbesinin ücüncü şartı. Bu günah yapmana yardımcı olan kötü arkadaşlarını ayrılıp terk ettiğin gibi bir sefer Allah’ın sevmiş olduğu tevbekar Salih kimseler ile dostluk yapman gerektir. Bunlar ise seni Allah’ın rızasına ve hayır amele, hayır işlere çekerler içini temizlemeye sebep olurlar.

Tevbekarların dördüncü şartı: Bu tövbe zamanına kadar yemende, içmende hiçbir haramdan şüphelilerden sakınmayarak çok yiye yiye, içe içe, vücudunu şişirip semirttin. Bir sefer tövbekarlar ile beraber az yemeye, helal yemeye, az uyumaya, az içmeye gereksiz lüzumsuz kelamları terk etmeye dili, kalbi Allah’ın zikrine çalıştırmaya gayretle azimle farz ve nafilelerin çokluğu ile nefsine karşı çıkıp nefsini az yemek, az uyumak bu riyazet zindanına hapis etmekle bu riyazetler ile haramdan beslemiş olduğun vücuttaki semirttiğin şişmanlıkları eridip. Yeniden bir temiz bina kurup vücut fabrikasını zikrullaha Fikrullaha bağlayıp bütün istek emellerin yüce Rabbımıza ve rızasına kavuşmakla gayret cihad azimle devam eder isen işte bu yapmış olduğun tövbe gerçeklerin tövbesi olur.

Bu söylenen şartlardan hiçbir tanesi olmaz ise kalbde bu isyan bu günahlara bu edep haya yırtılmalarına hiçbir pişmanlıkta müteesirlikte olmaz ise yalnız dilde bir kuru kuruya istiğfar edersen bu yalancıların tövbesi olur. Bu konuya deliller kaynaklar tövbe istiğfar konuları yukarıda tafsilatı ile yazıldı idi. Tövbe hakkında bir hadisi şerifin mealinde:

Yüzlerinizi, gözlerinizi su ile yıkayınız temiz ediniz. Dilinizi Allah zikri ile yuyup temiz ediniz. Kalblerinizi Allah korkusu ile yıkayıp temizleyiniz. Günahlarınızı Allah’a boyun bükerek nadim pişmanlıkla tezarru ile tövbe ve rucu ile yuyunuz. Sonrada azalarınızı temiz su ile yuyunuzki madden manen temize çıkasınız.

Hadisi kudsi İbni Abbas ve İbni Ömer radıyallahu anh Hazretlerinden mervidir. Onlar dahi Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinden onlar dahi Hazreti Hak Celle ve a’la dan nakil oldukları halda buyururlar.

ثَلٰثَ مَنْ حَافَظَ عَلَيْهِنَّ فَهُوَ وَلِيٌّ حَقًّا وَمَنْ ضَيَّعْهُنَّ فَهُوَ عَدُوِّى حَقًّا اَلصَّلٰوةُ فِى السِّرِّ وَالْعَلَانِيَّةِ وَ الصَّوْمُ فِى السِّرِّ وَالْعَلَانِيَّةِ وَالْاِغْتِصَالِ فِى السِّرِّ وَالْعَلَانِيَّةِ

Yani hadisi kudsisinde buyuruluyor ki, “Üç nesne vardır. Onları muhafaza ve muraat eden kimse gerçekten o kimse benim velimdir. Ve bu üçü muhafaza etmeyip zay eden kimse benim düşmanımdır. Bu üç nesnenin birisi gizli ve aşikarada namazını kılmak ikincisi gizli ve aşikarada orucunu tutmak üçüncüsü gizli ve aşikarada gusulü yapmak. Bu üçü tutan kimse Cenab-ı Hak’kın evliyasıdır.”[2]

Evliyaların küçük başlangıçları buradan başlar. İleri daha yükselmeleri kendilerinin sa’yı gayretlerine bağlıdır.

Bir kimse Şakiki belhı rahmetullah aleyhi hazretlerinden çok faydalı menfaatli bir vasiyet yapmasını talep eylediğinde Şakiki belhı hazretleri şöyle buyurdular ki;

أَغْسِلْ قَلْبَكَ بِالْحُزْنِ وَ اَغْسِلْ لِسَانَكَ بِالذِّكْرِ كَمَا تَغْسِلْ بَدَنَكَ بِالْمٰۤاءِ

“Kalbini hüzün ile yani Rabbına karşı üzüntü mahçup müteesir ve Allah korkusu ile kalbini yıka temiz eyle. Yapmış olduğun hata günah kusurlarını derinden düşünüp Allah’ına tevbe istiğfar ve zahir batınını Allah’a yakinen dönerek tevbe ile yuyunuz. Ondan sonra Yekün azalarını temiz su ile yıkayınız ki size tesir fayda hasıl ola.”[3]

“Haramdan ve ribadan bir dirhem kazanç sağlamak otuz kere zina etmekten beterdir. Haramın ve ribanın yetmiş iki kapısı vardır; en ednası yetmiş kere zina etmek gibidir.” (İmadul İslam)

Ravzatü'l-Ulema'nın yazdığına göre Hazreti Ali radıyallahu anh Efendimiz buyurmuş ki:

“Bir kimse, bir harama iştah ve istek duymaksızın baksa kırk gün taatinin halavetini (ibadetlerinin tadını) bulamaz. Eğer iştahla ve istekle "keşke benim olsaydı" diye baksa kırk yıl taatinin halavetini bulamaz. Sıdkı hulus niyet ile müteesir mahçup olarak bir dahi böyle işlere meyyal yapmamak niyetiyle yüce Rabbımıza tevbe eder ise tevbeleride inşallah geçerlidir.

Kasıtlı şehvetle bir harama nazar edip bakmasından o kimsenin manaviyatına şeytanın zehirli maneviyatını helak edici bir zehirli okundan bir ok yemiş olur. Hazreti İmamı Ali kerremallahu veche bu konuda açıklama yapıyor. Haram olan bir kadına kasitli değilde ansısızın tam gözünüze denk gelir karşılaştığınız zamanlarda kalbinize bir tesir oldu ise ikinci defa dönünüz onun hakikatını düşünerek bakınız o zaman ikrah edersiniz. Hakikatı Cenab-ı Hak’kın anlattığı kadar bu sıfatın iç taraflarını bütün azaların çatı kemiklerini organlarını düşünerek idrar yolu necaset yollarını derinden onun hakikatını düşünerekten bakarsanız o zaman ikrah edersiniz. Şayet kalbinizde azçok çıkmayan bir eser kaldı ise evli olanınız evinize gelip halalınız ile cem olunuz. Kalbdeki küçük büyük zehirler çıksın buyuruyor.    

O halde harama sadece bakmakla hal böyle olunca harama is­tek duyanın ve hele harama elini uzatanın halinin ne olacağını bundan kıyas etmek gerekir.   

Bütün ömrünce haramdan sa­kınmayanların halini. Gör ki, onlardan bazısının taate hiç yaklaş­maması veya bazısının namazı kılmakta iken tadını alamayıp tekrar bırakması, hep o haramdan ötürüdür.

Ravzatü'l-Ulema'da anlatılır ki, İbrahim Ethem Hazretleri bir gün Mekke'de bir dükkandan hurma satın alırken iki tane hurma yere düşer. İbrahim Ethem, bunları kendi hurması zannederek yer. Bir zaman sonra Kudüs'e gelip Kubbe-i Sahra'da ibadetle meşgul olur.

Bir gece mescidin kayyumundan gizlenip içeride kalır ve gecesini iba­detle ihya etmek ister. Gece yarısından sonra gökten sayısız melekler inip her birisi türlü tespihlerle meşgul olurlar. İbrahim Ethem Hazret­leri, bunların çok güzel seslerle okudukları tespihlerini dinleyip onları seyrederken bu meleklerden birisi, diğerine der ki:

Şunda ademlik kokusu var. Fakat kimdir?

Diğer melekler cevap verip dedi ki:        

- Bu zat, İbrahim ibni Ethem'dir, zahiddir ve Horasan'lıdır. Bunun üzerine öbür melek dedi ki:

- Bu İbrahim, çok makbul olmuş işler yapardı. Onun bu mak­bul işleri Allah'ın dergahına arz olunurdu. Fakat bir yıl var ki, bunun taatleri tutuklanmıştır, duaları da karşılıksız kalmakta, kabul edilmemektedir.

Tekrar o melek dedi ki:

- Şüphe ile iki tane hurma yemiş. Onun için kabul edilmiyor.

Bunun üzerine İbrahim Ethem Hazretleri, düşünceye daldı. Kendi kendine: “Bu iki hurma ne hurmasıdır ki, bana bu kadar belası yetişti?” deyip ağlarken Mekke'deki hadise hatırına geldi. Hemen o sabah yola çıkıp Mekke'ye vardı. Mekke'de o hurmayı satın aldığı dükkana gitti. Dükkanda genç bir adamın oturduğunu görüp ona sordu:

- Hani burada ihtiyar bir kişi vardı; acaba o nereye gitti?

Genç adam cevap verdi.

- O ihtiyar benim babamdı, ahirete gitti. Fakat siz niçin soru­yorsunuz?

İbrahim Ethem, o kişiyi niçin aradığını söyleyerek daha evvel başından geçenleri anlattı. Delikanlı dedi ki:        .

- Ben, kendi hakkımı helal ettim. Git, filan mahallede annemle kız kardeşim var, onlar da helal etsin.        

İbrahim Ethem Hazretleri, gidip onlarla da helalleştikten sonra tekrar Kudüs'e geldi. Yine Kubbe-i Sahra'da inzivaya çekilip gecesi­ni ihya ederken evvelki gibi melekler geldiler. Yine meleklerden biri dedi ki:

- Şunda ademlik kokusu var; acaba kimdir?      

- Bu, İbrahim ibni Ethem'dir, zahiddir ve Horasanlıdır. Taatte bizim gibidir, belki bizden de üstündür. Fakat bir yıldır o iki hurma yüzünden taati makbul olmaz ve dualarına cevap verilmezdi. Gidip sahibi ile helalleştikten sonra tekrar ibadetleri makbul ve duası müs­tecab olmaya başladı.

Bunun üzerine İbrahim Ethem, çok ferahlık duydu. Bir müddet beyitler okuyarak ağladı. Sonra İbrahim Ethem dedi ki:

- Allah'ın azameti hakkı için şu sağ tarafta ilk önce güzel sesle tespih okuyan kimdi? Sonra sol tarafta okuyan kimdi?

Melekler cevap verdiler:

- İlkönce tespih okuyan Cebrail idi. Sonra tespih okuyan da İs­rafil idi.

Tenbihü'l-Gafili’nde bildirilir ki: Abdullah ibni Mübarek, Şam vilayetinde bir köyde yazı yazarken kendi kalemi kırılıp biri­sinden ödünç bir kalem alarak yazısını tamamladı. Sonra ansızın memleketi olan Horasan'a doğru yola çıktı. Horasan'a vardığında gör­dü ki, o ödünç aldığı kalem, unutkanlıkla kalemdanın içinde kalmış. Hemen bu iki aylık yolu geri dönüp kalemi sahibine vermek için yola çıktı. Bundan sonrası için iki rivayet vardır. Bir rivayette kendisi bizzat Şam'a gidip kalemi sahibine teslim etti. Diğer rivayette Şam vilayetine doğru giderken yolda Şam'a giden bir kimse bulup elli sekiz dirhem gümüş ücret vererek o kalemi sahibine gönderdi.

Ravzatü'l-Ulema'da bildirilir ki:              

Ebu Hanife'nin mesleği ticaret idi. Beşir isminde bir ortağı var­dı. Bir zaman Beşir ticaret için Mısır'da bulunurken Ebu Hanife, Ku­fe 'den yetmiş parça elbiselik kumaş alıp Beşir'e gönderdi. Aynı za­manda kumaşlarla beraber bir de mektup gönderip: “Şu kumaşın şu ayıbı vardır; falan kumaşın bu ayıbı vardır,” diyerek her kumaşın ku­surlarını tek tek bildirdikten sonra: “Sakın bu kumaşların ayıplarını söylemeden satmayasın!” diye ortağına tembihte bulundu.

Bir zaman sonra Ebu Hanife, ortağı Beşir'in yanına gelip gön­derdiği kumaşların satılmış olduğunu görünce ortağına sordu:

- Sana mektupta yazdığım ayıpları söyleyerek mi gönderdiğim kumaşları sattın?   Ortağı şaşırarak cevap verdi:

- İnan ki, unuttum. Ayıplarını söylemek hiç aklıma gelmedi. Kumaşları böylece ayıplarını söylemeden sattım.

Bunun üzerine Ebu Hanife, hemen dükkandaki malı taksim edip kendi hissesini aldı. Fukaraya tam otuz bin gümüş sadaka dağıtıp buyurdu ki:

Bütün mala şüphe karıştı. Benim şüpheli mala ihtiyacım yoktur. Gel, şimdi gör ki, bu üç kıssada bizim için ne hisseler var. Bun­ların her birinde gerçi şeriat yönünden haram denecek bir hal yok­tur. Çünkü hiç biri kasden almamıştır. Fakat şüphe olduğundan taatin halavetini mahvedip sevaptan mahrum bırakacağı için gör ki, bundan nasıl çekinip sakınıyorlar. Zira taatin iliği halavettir, mak­sudu da sevaptır. Bir ibadette ise halavet ve sevap bulunmadıktan sonra elde kalan, bir kuru yorgunluktan başka bir şey değildir.

Ancak şu zamanımızın halavetsiz abidleri ve züht halini bilmez cahil sofileri, her ne zaman amellerinin dış yüzü fetva bakımından biraz şeriata uygun olsa ben ne güzel iş yaptım, diye acayip haller takınarak derisine sığmaz olur ve kendilerini insanların en üstünü sayarlar! Bunlar, belki şeytani havatırını büyük meşayihin ıstılahı ile süsleyerek marifet söylüyorum diye cahillere. şeyhlik satar, hiç kimseyi beğenmez. Halbuki gece yediği yemek, şüpheliden ve belki haramdan uzak değildir.

Diğer alimlerin, bu haramların hepsini kitaplarında bir yere top­lamamış olmaları, hiç şüphesiz bunları bilmediklerinden değildir. Bel­ki onların zamanlarında haram-helal bu derece birbirine karışmış de­ğildi. Onun için bunları bir yere toplayarak etraflıca beyan etmek gereği duymadılar. Ama zamanımızda avam, haramı ve helali birbiri­ne karıştırıp her birini ayırtamaz ve tanıyamaz olmuş helala gelmiş İşte bu sebepten bu haram ve helalleri söylemek o derece gerekli olmuştur ki, her mecliste diğer bütün ahkamı bırakıp sadece namaz ile bu haram hallerini bildirmek gerekmiştir. Böylece biz de, şimdi aklımız erdiğince ve gücümüz yettiğince arayıp bularak bu haram hallerini, Allah'ın yardımı ile bu kitaba yaz­mak gereğini duyduk.[4]

Bir kimse, şarap içilen yahut çalgılı veya çalgısız şarkı söylenen bir düğüne davet edilirse, Çalgı, şarap, oyun işleri birlikte çalınıp kendileride çalgı çalınan şarap içilen yerde yemek yenmesi dinen yasaklanmıştır. Ehli takva katiyen buna yaklaşmaz. Lokman 31/6. Ayet:

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَر۪ي لَهْوَ الْحَد۪يثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًاۜ

Tefsirde lehvel hadis ile murad, yani insanı ibadetten, huzurdan alıkoyanlar, insanlara Allah’ı unutturup, gaflete düşürenler, asılsız haber ve yalan sözler ve insanı güldürecek oyunlardır. Şu halde insanı ibadetten alıkoyan, Allah’ı unutturup, kalbi gaflete düşürenler, tavla, dama ve iskambil gibi oyunlar, cümlesi lehvel hadisde dahildir.

İçkisiz bir düğüne gidilmesini mecbur bir hala getirirler ise o kimsenin gitmesi illaki lazım geliyorsa bu gidecek adam zahiren bu oyun işleri çalgı işleri kendisine tesir etmez ise onların rengine havasına boyanmaz ise onlara acıyıp ibretle bakmak üzüntü kabiliyeti var ise onların o hallarına bakınca onların bu fiilerden kurtulmaları için dua edip kendisine konuşma yönü açılır ise hüsnü niyet ile onların bu fiillerde kalıp Allah’ı unuttuklarından dolayı onları hem dua ile hem konuşması ile ayıktıracak bir adam ise kendisi bu vazifeleri bu düşünceleri içinde üzüntü pişmanlık nadimlik ile kalırsa böyle bir kimse o cemaatın içinde değil o cematin haricindedir. Gidecekler böyle bir adam değil böyle bir kabiliyette değil ise gitmemesi daha evladır. Çünkü iman zayıf olunca hemen onların rüzgarı kendisini bozar. Vesselam.

Yine Camiu'l-Fetva'da bildirildiği ne göre bir kimse, sahibinin iz­ni olmadan başka birinin yerini ekse oradan elde ettiği mahsul de kendisine haram olur. Ancak bu mahsulden kendi masrafı miktarını al­ması helaldir. Geri kalanını ya tarla sahibine vermeli ya da sahibi bu­lunamıyorsa fakirlere sadaka etmeli.

Sadru'ş-Şeria'da bildirildiğine göre bir kimsenin hayvanı kendi sahibinin rızası ile başka birinin ekinini yese haramdır, günahı hay­van sahibinin üzerinedir. O haramı hayvan sahibinin kendisi yemiş gibidir. O yenen şeyin bedelinin hak sahibine ödenmesi ve helallik dilenmesi gerektir.      

Bir kimse evine bir misafir gelince ev sahibi doyunca eğer kendi yemez sofradan çekilir ise o misafirin yemeği yarıda kalıp çekileceğini anlarsa ev sahibi elini sofraya boş gibi sunarak onu idare eder. Amma misafiri bilirse ki kendi çekildikten sonra yiyecek bir misafir ise ev sahibi doyduktan sonra yemez. Sofradan çekilir. Zira doyduktan sonra yemek yenmesi haramdır.

Yanmış olan ekmek ve yemeklerin hepsi haramdır. [5]

Dilencilik etmek de haramdır. Yani bir kimsenin bir günlük yi­yeceği varken dilenmesi haramdır. Zira Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri buyur­dular ki:

“Bir kimse gayet zaruri olmadan dilense kıyamet gününde yüzünün derisi parça parça kopar. Bazısının yüzü tamamen kopar. Zira Allah, mü’minleri aziz ve şerefli diye tavsif buyurdu, bu kimse ise kendini hor ve hakir eyledi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin bir hadisi şerifin mealine göre: Bir kimse kendisine dilencilikten yani dilenmeklikten bir kapı açar ise Cenab-ı Hak o kimseyi o haldan kurtarmayacağına yemin ederim. Bir kimsede Allah yoluna sadaka verse verilen malın eksilmeyip artacağına yemin ederim deyi buyurmuştur.

 


[1] 54 farzın şerhi, kırk sual kitabı kenarı s.16-17

[2] 54 farzın şerhi, kırk sual kitabı kenarı s.11, Tabarani El-Mu’cemu-l-Evsat c.9.s.8/8961(Kahire)

[3] 54 farzın şerhi kırk sual kitabı kenarı s.12

[4] İmadül İslam

[5] Tuhfetuşşahan- haleb-i Sağir kenarı s. 136.232-233]  

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>