HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 20 (KOLAYLAŞTIRIN ZORLAŞTIRMAYIN) - (BAHRU'L-VEFA)

HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 20

20. Sohbet: KOLAYLAŞTIRIN ZORLAŞTIRMAYIN

Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti:    

Sohbetin evvelinde diz bükmeyle alakalı konuşalım dediydik. İnşaallah ordan Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri rızalı, riyasız, iftiharsız, matlubsuz, menfaatsız, razı olduğu memnuyetine uygun şekilde konuşup ve o şekilde ibadet ve amelde olmamızı bütün ehl-i imanla bu cemaatimize nasip müyesser etsin. Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri şöyle buyuruyor ki;

                يَسِّرُوا وَلٰاتُعَسِّرُوا بَشِّرُوا وَلٰاتُنَفِّرُوا

         “her işte insanları zora çekmeyin, kolaylık gösterin kolaylığa çekin zorluğa çekmeyin. يَسِّرُوا وَلٰاتُعَسِّرُوا bunu buyuruyor. Her hususta çok zorluk göstermeyin.”[1] Zora çekmeyin kolaylık gösterin ki Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri bile kullarına

                لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاۜ

         “biz hiç bir kulumuza tahammül edemiyecek ve gücünün yetmeyeceği şekilde yükü yüklemeyiz,yüklemedik.”[2]  Onun için kolaylık göstermemiz lazım her hususta. Allah'ın kullarına daima kolaylık gösterin.

                بَشِّرُوا وَلٰاتُنَفِّرُوا   

         Arkasından “Allah'ın lütfunu, şefkatini, in'amı, ihsanını, feyzini, cennetini, cemalini bu nimetlerini Allah'ın kullarınabeşâret verin tavsiye yapın söyleyin. Allah'ın sevgisini onların kalbine aşılayın, Allah'ı sevdirin.

                وَلٰاتُنَفِّرُوا 

         Bu tarafı bırakıpta devamlı kabir azabı şöyledir, cehennem azabı böyledir, cehennemin derelerinde ateşten bukağılar şöyledir böyledir. Bu yönden devamlı söyleyipte onları sıkıştırıp umutsuzluğada düşürmeyin, nefret ettirmeyin” [3]

         Her iki taraftan böyle söyleyin ki Allah'ın rahmetini, merhametini, şefkatini, in'am ve ihsanını da onlara haber verin, sevindirin. Allah'ın sevgisini onların kalbine aşılayın.

                حَبِّبُوا اللّٰهِ اِلٰى عِبَادِهِ يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ

         “Allah'ın sevgisini kullara aşılayın kulları Allah'a sevdirin, Allah'ın aşısını onların kalbine aşılayın ki,يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ  Allah sizi sevsin.”[4] 

         Bize böyle buyuruyor Peygamber efendimiz. Zorluğa çekmeyin.

         Diz bükme deyince o aklıma geldiydi önceden. Bir zamanlar bize bir trafik polisi geldi de biraz sorular sorduktan sona Elazığ'da vazifeliydim dedi. Malatya'ya bir yere gittim dedi, üç gün tekkelerinde kaldım dedi. Gelenleri, gidenleri, durumları kendi kafamca ölçtüm dedi. Şeriatlarında noksanlık gördüm bir dedi. İkinci menfaatçılık gördüm dedi. Şeriatları tamam değil, birde dışardan gelen misafir, müridlerin elleri hediye ile gelenlerle hediyesiz gelenlerde değişiklik oluyor. Buna benziyen halleri gördüm, hoşuma gelmedi dedi.

         Ordan dedi Sivas'a gittim. İsmail Hakkı efendinin müridlerinin yanında kaldım dedi. Onların şeriatlarını güzel, hallerini düzgün gördüm. Yalnız onlarında bir işi kafamı dolaştırdı dedi.

         Ney? Dedim.

         Toplumda oturduğun müddetçe devamlı diz bükmeyi mecbur tutuyorlar dedi. Belki adamın özrü olur, belki duramaz dedi. Burasıda kafama gelmedi dedi.

         Onun için mümkün mertebe insanların hepsi bir olamaz, zorluğa çekmeyin, kolaylık gösterin diyor.

         Fıkıh kitaplarımızda imamlarımıza söylüyor; çok uzun sûre koşmayın diyor. Arkadaki cemaate sıklat verecek kadar uzatıp, eğleştirmeyin. Cemaatın içinde abdest sıkıntısı olan olabilir, sancı olan olabilir, rahatsız olan olabilir, Bunların hepsi düşünüldüğünden uzun sûre koşmayın diyor.

         Allah kendi Muin’imiz olsun Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.

        

         Allah’ın Rahmetinden Ümit Kesmeyin

Bu hususta sıkıştırmadan bahsediyorduk. İbni Mesud hazretleri sahabelerden, Peygamber efendimize çok hizmet yapmış. O, bir camiye mescide geliyor ki vaiz, yukarı minberde vaaz veriyor. Çok şiddetli vaaz veriyor ki; cehennemin azap yerlerini, cehennemdeki ataştan pukağılar, boyunlara geçeceklerini, ateşten zencir pukağılar ayaklara takılacaklarını, buna benzer ayetleri aktarırken aktarırken İbni Mesud hazretleri tahammül edemedi ayağa kalktı. Ey vaiz dedi, bu Allah'ın kullarını ne bu kadar haddinden fazla bunları sıkıştırıp kısıktırırken kısıktırırken Allah'ın rahmetinden bunları umutsuzluğa düşürüyorsun sen. Sen galiba şu ayeti hiç okumadın mı? Dedi.

         Ayette; Mekke'den yedi sekiz gurup çıktılar, Medine'ye geldiler. Medine'ye gelinceye kadar bunlar biri birleriyle devamlı konuştukları biz gidiyoruz Muhammed'in yanına amma bizi ne Muhammed kabul eder, nede Allah kabul eder zövmüyle (zannıyla) geldiler. Çünkü bizim yaptığımızı hiç kimse yapmadı.

         Kâfirliğin ilerisine gitmişler. Birisi Vahşi'ydi, Hamza peylivanı şehid eden. Biri Velid, ona benzeyen dinsizliğin ön safında koşuda yürüyenler.

         Biz gidiyoruz amma bizi bunlar kabul etmez. Ne Allah kabul eder, ne Muhammed kabul eder.  

         Böyle geldiler müteessirlikle.

         Daha Peygamber efendimiz cevap vermeden Cebrail aleyhisselam İbni Mesud hazretlerinin ya vaiz, galiba şu ayeti hiç okumadın mı sen? Allah'ın kullarını bu kadar sıkıştırıp bunları niye umutsuzluğa düşürüyorsun? Allah'ın cemalinden, cennetinden, rahmetinden de bahsetsene bunlara. Onları niye söylemiyorsun? Dediği ayet, bu ayet gelmişti.

                قُلْ يَاعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰىٓ اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًاۜ

         Galiba sen bu ayeti hiç okumadın mı? Dedi. Bütün günahkârlar, bütün Allah'ın âşıkları bu ayete istinad ederler. “Ya Habibim, sen o kullarıma de ki, kendi nefislerine günah, azap yönünde israfa geçen kullarım! Kendi nefisleri için azap, gazap kendi nefislerinde zalim zulum yönünde, günah yönünde israfa geçen kullarım siz niçin biz kabul olunmayız zövmüyle (zannıyla) geldiniz? Allah'ın kullarının içinden Allah'a boyun kesip, nadim pişman olup bir dahi günah yapmamak niyetiyle, nadimlikle, imanla tövbe eden kullarım ne kadar küçük ve büyük günahları olsa Allah onu mağfiret eden Allah değil mi?”[5] Sizin günahınız Allah'ın rahmetinden daha artık mı?

         O zaman hepsi İslamiyet'e geçtiler, evvelkiler döküldü. Yalnız Vahşi'ye dedi ki benim acı oturduğum yerde tam gözümün karşısına oturma dedi. Acı bir köşeye otur dedi.

         Onun için Cenâb-ı Hak Teâla hazretleri buyuruyor ki; kullarımın üzerine azabımdan, gazabımdan rahmetim, şefkatim, ihsanım daha artık. Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleride şöyle buyuruyor ki:

         Ya Rabbi diyor, Ümmetin üzerine çok hırsı fazla olduğundan ya Rabbi rica ediyor; yarın mahşer gününe gelindiği zaman ya Rabbi benim ümmetlerimin amel defterini sen bana ver. Onların amel defterlerini ben okuyayım ya Rabbi.

         Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri diyor ki, ya Muhammed, senin bu aklı düşüncene taaccup ederim. Yani sen ümmetin amel defterlerini alınca onların günahlarını açmayıp, onları kayıracaksın. Amma sen şöyle bil ki eğer senin o ümmetiyin günahkâr ümmetiyin amel defterlerini senin eline versem baksan şöyle bir kerre ilk sözde bunu söylersin ya habibim; böyle ümmetin bana gereği yok dersin. Fakat ben onların yevmiye gün ne kadar belki yetmiş daha artık hatalarını görüyorum böyle kulun bana gereği yoktur demiyorum. Yine onu sitrediyorum, bekliyorum tövbe eder, pişman olur, nadim olur diye bekliyorum.

         Ben kulumun hepsine kadın ve erkek hepsine anasından, babasından, senden de daha ben merhametliyim kullarıma diyor ya habibim.

         Öyle bir Rabbımız var ki Allah günahlarımızı affetsin. Kendisine ihlaslı, günahları bilip nadimlikle boyun büküp tövbekâr kullarından etsin.

         Her fertte diyor tövbeye muhtaç. Çünkü bizim noksanımız gayet çok.  Dilimize sahip olsak kalbimize sahip olamıyoruz. Kalb civa gibi her tarafa meyyal olur böyle. Dilimize, kalbimize, gözümüze sahip olamadığımızdan dolayı devamlı istiğfara ihtiyaç var.

         Çok kirli bir fabrikalarda, atölyelerde, tamirhanelerde çalışan kimseler bunlar çok yıkanmaya ihtiyaç var; sabunla şunla bunla sıcak suda olduğu gibi.

Bizim kalbimizde böyle bu aynı tornacılar, tamirciler uğraştığımız gibi evdeki çoluk çocuğumuzla uğraşıyoruz. İçteki nefis, şeytan var, bunların bizi devamlı Allah'ın hoşuna gelmiyecek kavlimizde, fiilimizde, kalblerimizde çok boşluklarımız olduğundan kalblerimize günah siyah noktaları vurulmakta.

         كَلَّا بَلْ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

         “her bir hata günah yapılmada da insanın kalb aynasına bir siyah nokta vuruluyor. Bunu derhal geri silerse gider o. Silmezse gide gide gide en sonunda bu siyah noktalar her hata, günah yapmasına nadimlik yok, istiğfar yok gide gide kalb aynası günah noktalarından gözükmez hale gelir sonunda.”[6] O ana kadar Cenâb-ı Hak bekleyip bekleyipte böyle gayret, nadimlik, istiğfar olmayınca Allah güceniyor bu sefer.

         خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰىٓ اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟

         “o zaman o kimsenin kalbini hatem mühürüyle o zamana kadar mühürlemiyor, o hala gelinceye kadar. Ondan sonra gazap mühürüyle kalbi tıp olup böyle mühürlendikten sonra Allah korusun sabahlara kadar vaaz yapılsa korkutsan da bir kokutmasan da.”[7] O hale geliyor ondan sonra fayda etmiyor. Allah korusun Cenâb-ı Hak cümlemizi.

         Onun için böyle diyor kullarımın hepsine anasından babasından sendende daha ben daha fazla merhametliyim hepsine diyor.

         Günahlara tövbe etmek, Peygamber efendimizin geçmiş ve gelecek günahları affolunduğu halde gece ve gündüzde istiğfar çekerdi.

         Estağfirullahe'l-azim, estağfirullahe’l-azim, estağfirullahe’l-azim.                                                                                  

         Yine Peygamberimiz sallallahu Teâla aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyuruyor ki;

صَدَاُ الْقُلُوبَ كَصَدَاِ الْحَد۪يدِ اَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ جِلٰٓاءُ الْقُلُوبِ 

         “Kalbleriniz demirlerin bar yaptığı gibi bar yapar kirlenir. Çünkü kalb durmadan motor gibi çalışmakta gece gündüz. Kalbe, kalb bir tane merkez amma altı taraftan santral geliyor. Kalbe, nefisten gelen var, şeytandan gelen var, Cenâb-ı Hakk'tan gelen var, melekten gelen var, ruhtan gelen var, akıldan gelen var. Durmadan kalbe bunlar aynı bir telefonun başında oturunca altı yerden nasıl, böyle geliyor. Aynı bunun gibi bunlarda devamlı aktarmalar var.

         Bunun için kalbiniz diyor kirlenir, bar yapar. En tehlike, nefis ile şeytandan gelen havatırlar kalbi berbat ediyor. O birlerinde zarar yok. Cenâb-ı Hakk'tan, melekten, ruhtan, akıldan gelenden katiyyen bir zarar yok. En tehlikeli olan nefis ile şeytandan gelen kalbe havatırlar kalbi berbat yapıyor. Kalbleriniz bar yapar demirlerin kirlenip bar yaptığı gibibunların bu barın, sıykıllama (cilalama) aleti nedir?

 اَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ جِلٰٓاءُ الْقُلُوبِ

Bu önceki çektiğimiz istağfara, günahlarınızı böyle göz önüne getirerekten günah yaparken her halde sizin halınızı gören Rabbınıza senden başka günah affedecek kimse yok ki ya Rabbi. Ben nadim oldum, istifamı verdim vazgeçtim. Bir dahi yapmayacağım ya Rabbi. Sen büyük Rabbımdan affetmeni talep ediyorum. Böyle halis niyet ile istiğfara devam edin.Günahlarınız yıkanır kalmaz” [8]  diyor.

        اَلتَّآئِبُ مِنَ الذَّنْبِ كَمَنْ لَا ذَنْبَ لَهُ

          “bu şekilde istiğfara devam ederseniz mütessirlik nadimlikle günahlarınızdan yıkanır, hiç günah yapmayan kimse gibi olur”[9] diyor. Onun için çok yerlere geliyor.

                اِذَا جَآءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُۙ  وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اَفْوَاجًاۙ

         “ne zaman ya habibim sana Rabbın vaad ettiği futuhat açılınca o zaman görürsün nas bölük bölük, fırka fırka, fevç fevç dine nasıl geldikleri o zaman göreceksin mütessir olma.”[10]

         İşte bu, Mekke harbinde bu ayet-i kerimenin zuhuru meydana geldi. Bütün kâfirler bölük bölük Ebu Süfyan’ı da öteki de hepsi İslamiyet’e geçtiler böyle.

                 فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُۜ اِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا

          “bu halkın böyle İslamiyete geçmelerinde Rabbıyın sana böyle verdiği nusratlarda nefsiniz bundan bir haz, gurur, iftihara hemen düşme imkânları olunca Rabbını hamd ile tesbih et istiğfar edin ya Habibim.”[11]

         Çünkü nefis öyle bir şey ki, kendine güzel bir takım elbise giyse bundan iftihar duyar, haz duyar. Sesi savtı güzel olsa haz duyar. Şekli, şemali sıfatı güzel olsa iftihar duyar. Bunda da Cenâb-ı Hak böyle şeyde hemen aman ya Rabbi, tövbe edin. Aman ya Rabbi, tövbe edin. Tövbe edin ki bu günahlar kalmasın.

         Hadis-i şerif;

 عَجِّـلُوا بِالصَّلٰوةِ قَبْلَ الْفَوْتِ وَعَجِّلُوا بِالتَّوْبـَةِ قَبْلَ الْمَوْتِ

         Başka yerlerde çok acele yapılmazda bu iki yerde acele yapın diyor Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem;“Namazınızın vakti geldi fevt olmadan namazınızı eda edin. Amma Allah rızası için böyle bir vaaz, nasihat toplumu olduğu zamanlarda namazı biraz tehire bırakabilirsiniz. Sohbet her zaman ele geçmez amma namazı üç beş dakika sonra kılar. Amma öyle bir şey yok olmadığı halde duraraktan namazınızın vaktini geçirmeyin.

                وَعَجِّلُوا بِالتَّوْبـَةِ قَبْلَ الْمَوْتِ

         Dilinizden hatta kalbinizden Allah'ın hoşlanmayacağı bir hale geldiğiniz zaman “hemen tövbe edin. Ölüm başınıza çökmeden tövbeyi tehire bırakmayın.”[12]  

         Ölüm başınıza gelince o günahla gitmezsiniz burda tövbe eder yıkanır öyle gidersiniz diyor Peygamber efendimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem.

         İstiğfar; Peygamber efedimiz en aşağı gece ve gündüzde yetmiş, yüz istiğfar çekerdi. Dediler ki ya Resulallah, senin arkada geçmiş günahların ve geleceklerin Rabbın sana muaf buyurdu, bağışladığı halde sen bu kadar kısılıyorsun böyle tövbe istiğfar ediyorsun?

         Evet, Rabbım benim gecmiş, gelecek günahlarımı bağışladı amma her gün her an Rabbımdan kalbime varidat-ı ilahi geliyor, ilim irfanlar, ilm-i hikmetler, aşk, feyz-i ilahi, varidat-ı ilahiyeler geliyor. Bu varidatlar kalbime gelince sevinç, ferah, surur içinde kalıyorum. Benim bu ferahlı sevinç, surur içinde kalmam biraz serbestlik getiriyor bana bu sevinç, sururla serbestliğimden dolayı arkadan ikinci varidatların gelmesine benim böyle serbest, iftiharlı, sevinçli durduğum mani oluyor arkadan ikinci geleceklere. Böyle büzülüpte istiğfara devam edersem arkadan varidatların gelmelerine yol açılıyor diyor. Hemde kalbime diyor bakıyorum bir duman geliyor, kir geliyor. İstiğfara devam ettimmiydi o duman kalbimden kalkıp gidiyor diyor.

         Bunu unutmamalı.

        

Hiç olmazsa bir insan bak bir tarikata intisap edince (tarikatta deyince tam Rabbıma böyle hedef istikametini doğrultanlara yapıştırsın hepiciğimizi.) Günde yüz istiğfar çekiyor hiç olmazsa.

         Peygamberimiz sallallahu Teâla aleyhi vesellem hazretleri sahabelerle otururken şöyle eliyle bir çizgi, hat çekti. Şu çektiğim doğru hat doğru burdan kalblerden Cenâb-ı Hakk’a giden kavuşan bir yol. Fakat bu yolun müteferrik sağ ve sollarında yetmiş tane bu yola eşkiyası, yol vurucusu var sağında solunda.

         Azimli, bunların tuzaklarına düşmeyerekten Cenâb-ı Hakk’a kavuşan dostlarından etsin.

 

         İftihar ve Riya

         Yol vurucu, şeytan nefis, bir adamı namazdan alıkoyamaz ibadettende alıkoyamazsa, sesi güzelse sesine riya, iftihar sokmaya çalışır. Kıraatı güzelse kıraatının içine iftihar, riya sokmaya çalışır.

         Vücut iskelesi güzel, boyu posu yerinde ise buna iftihar sokmaya çalışır. Anası babası ecdatları bir köklü yerse ona, soyuna, boyuna iftihara düşer.

         O yapılan ibadetleri heder etmek için bunları sokuşturur ibadetten alamadığı gibi.

         Hafızın birisi konuştukta kendide böyle halınca ehl-i takvayı sever. Tüm Kur'an hıfzında, tecvid tamam, kıraat tamam, dinç, kuvvetli, sabah namazına duruyorum diyor bazı orda fırsat buluyor; hafızlık var diyor, sesimde çok kuvvetli, Davudi, gür sesim var diyor, kıraat tecvidde var. Uzun sureye gittim bakıyorum bir iftihar, riya ondan haz duymaya başlıyor içimden.

Hâlbuki ne kadar tehlike, onu anladığım için diyor bazı şöyle yanılır gibi tökezledimmiydi diyor o hal gidiyor.

         İşte onun için bütün önde gelen

                مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ

         Sırrını anlamak lazım geliyor. “Her kim kendi içinde ki nefsini bildi nefsini anladı; nefsini nasıl bir meram, maksat, sıfatta, karakterde olduğunu anlayan kimse ona göre davranması lazım. Nefsinin böyle nasıl bir karakter, nasıl kendine düşman olduğunu, nasıl bir arzuya maksatlara sahip olduğunu anlayınca Rabbısını da anladı”[13] diyor. Nefsini tanımadıysa Rabbısını da tanımıyor o diyor. Önde gelen bu oluyor.

         Yine buna dair Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri;

                تَعَوَّذُوا بِاللّٰهِ مِنْ فَخْرِ الْقُرّٰآءِ فَهُمْ اَشَدُّ مِنَ الْجَبَابِرَةِ

 “Allah'a sığının şol gururlu, kibirli okumuş olanların okuduğundan Allah'a sığının diyor. Onlar cebbarlardan daha şerlidir”[14]  diyor.

                اَحْسَنُ النَّاسِ قِرَأَةً اَلَّذ۪ى اِذٰا قَرَأَ رَأَيْتَ أَنَّهُ يَخْشَى اللّٰهَ

         “Kur'an-ı Kerim'i en güzel okuyan kimse; Kur’an okurken gördüğün zaman onun manasına, bu kelamın kimin kelamı olduğunu düşünerek, içlerini anlamaya çalışan korkaraktan okuyan kimse.”[15]

         Burayı bırakırda sırf makhrac, harf üzerine uğraşanlara red, tehdit ediyor Peygamberimiz.

         “Kur'an-ı Kerim'in diyor hakiki özet maksadını bırakıp harf üzerinde uğraşanlara veyl onlara olsun”diyor. Kur'an-ı Kerim’in hakiki anlatmak istediği özet meramları bırakıp burayı, yalnız harfte uğraşanlara diyor. Allah korusun. Kur'an-ı Kerim'i

         Kur'an'ı okuyan ve dinleyen onu mümkün mertebe manalarına kafa verecek. Acaba Cenâb-ı Hak bize burda ne emir buyuruyor, ne nehy ediyor, ne misaller veriyor, O’nu sahibinden dinlemesi lazım.

         Şurda radyo konuşuyor amma radyo bunu bir cihazdan alıp veriyor. Bunun gibi. Kul, bir alet gibi; kelam, Allah kelamı amma kulun ağızından gelir. Böyle dinlemek lazım Kur'an-ı Kerim’i.

Allah bize özetini anlatsın Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri.

                لَيْسَ الْقُرْآنُ بِالتِّلَاوَتِ وَلٰكِنَّ الْقُرْآنَ بِاالْهِدَايَةِ وَالْعِلْمَ بِالدِّارَيَةِ

          “Kur'an yalnız okumak için değil diyor.

                وَلَا الْعِلْمَ بِالرِّوَايَةِ  

         “ilimde yalnız hikâyeden ibaret değil.

                وَلٰكِنَّ الْقُرْآنَ بِاالْهِدَايَةِ وَالْعِلْمَ بِالدِّارَيَةِ 

         “Kur'an size yardımcı hidayet için inmiş.”[16] Yoksa oku oku şuraya as, oku oku şuraya as. İçindekini anlayıp onunla bir amel, kazanç bir elde etmedikten sonra o kimse hakikatte Kur'an okumuş değil diyor. Kur'an-ı Kerimi oku, içindekini anla ve anlat mümkün mertebe.

                اَشْرَفُ اُمَّت۪ى حَمَلَةُ الْقُرْآنَ وَاَصْحَابُ اللَّيْـلِ  

         Dediği burası. “Ümmetimin içinde en eşref, en mükerrem olan ümmetimden şu kimseler ki; Kur'an'ı okurlar ve Kur'an'ı ezber ederler, taşırlar; kendisi onunla çalışır, amel yapar, Allah'ın kullarına aktarır öğretir hasbeten lillah.

                 وَاَصْحَابُ اللَّيْـلِ  

         Birde ashabu’l-leyl; geceyi bekler. Gece geldimiydi gecenin bir miktarını kifayet miktarı yatar, Allah rızası için, Allah'ın dostluğuna kavuşmak o nefsin şeytanın arzu putlarını kırar kalkar, teheccüd namazı ile dersi, evradı ile istiğfar ile geçirir”[17]   diyor.

         Allah bizi gecelere kalkmayada güç kuvvet versinde büsbütün onları uykuya harç edenlerden etmesin.

         İbrahim Ethem hazretlerinin bir rivayetini okudumda, bu şark taraflarında çok Allah'ın veli kullarına hizmet yaptım tarikat pirlerine. Ekseri çok kısmı bana şu dört şeyi çok tavsiye yaptılar.

         Az yemek, Hak kelamından başka az konuşmak, az uyumak, birde Allah rızası dururken dünya menfaatı için dünya adamlarına boyun kesmemek. Bu dört şeyi tavsiye yaptılar.

         Bir adam diyor yemeği çok yerse kalbi ölür, yaptığı ibadetten diyor feyiz, lezzet alamaz.

         Çok kelam konuşursa Hak kelamından başka durmadan içine yalan karıştırır, ufak tefek yalan karıştırır. Yalanda karıştırdımı Allah'ın nefretini kazanır o kimse diyor.

         Çok uyursa uykusunun çok kısmını diyor ömrünü uykuya harç etmiş olur, ömrünün bereketini bulamaz. Allah'ın rızasını elde etmek dururken bunu bırakırda bir dünya menfeati için dünya zenginlerine boyun keser, onların rızasını kazanmaya çalışırsa bu kimse Allah'ın rızasından mahrum kalır diyor. Allah'ın gazabını kazanır.

         Pirimiz Şey Abdulkadir Geylani efendimizde şöyle buyuruyor ki; bir kimsede nefsinin hava arzuları var. Nefsin hava arzuları; dünyada çok yaşamak, bol yemek, bol içmek, güzel giyinmek, güzel kuşanmak, kılık kıyafetini daima düzgün süslendirmek, kenidine herkesin efendi, bey demesinden zevk almak, hizmetten zevk almak, hürmetten zevk almak, nam şöhretten zevk almak. Her kim buna benzer şehvani, dünyavi muhabbet arzuları bunun arzuları çok. Her kim nefsinin arzuları ile meşgul olursa büyük bir günaha batıyor o kimse. Her kimde Allah'ın rızasını bırakır, sırf dünyalık için halk ile meşgul olur onlarla meşgulunu çoğaltırsa Allah'ın kapısından yüz dönen bir kimseye döner diyor. Allah'ın kapısından yüz dönüp başka tarafa giden kimseye benzer.

         Allah inançlarımızı, imanlarımızı kuvvetleştirsin. Aşkını, muhabbetini, sevgisini versin cümlemize. Cenâb-ı Hak bütün yapılan amellerin içinde rıza ile aşkını versin.

Aşktır Nizamoğlunun muradı Hakk'tan. Gene geldik aşka!

 

         Aşktır Nizamoğlunun muradı Hakk'tan

         Aşk olmayan ameller hep masiva imiş

                اِنَّ النُّورَ اِذَا دَخَلَ الْقَلْبَ فَانْفَسِخَ فَانْشَرَحَ

         Ne zaman her kimin dilinden ibadeti, Kur'anı, zikri bunların hepsinde nur var, bunların nuruyla şu kalbi nurlandırıp nefsani, şeytani, şehvani, dünyavi hava arzularını ordan gidermek. Fakat zikrullahın nuru hepsinden daha tesirli daha kuvvetlidir. “Her kiminde böyle kalbine nur indi ise fen fasık kalbindeki kötülükleri fısk eder kalbinide Hakk'tan geçiye (tarafa) açar”[18] diyor.  

          Zikrullahın ateşi daha kuvvetli. Allah bizi ihlaslı zikredenlerden etsin Cenâb-ı Hak.

         Fakat Eşrefoğlu Rumi hazretleride şöyle buyuruyor ki; üç şeyin Allah indinde bir sinek kanadının değeri kadar kıymet değeri yoktur:

Birincisi, huzursuz namaz kılmak; Namaz kılıyor da kendi iskeleti duruyor. Kalbi, iskeletin cesedin içinde değil. Kalbi dışarlarda nerelerde geziyor. Bu namaza iltifat etmiyor Cenâb-ı Hak. Cesediyle kalbini birleştirilmeden kılınan namaza iltifat etmiyor.     

لَا يَنْظُرُ اللّٰهُ اِلٰى صَلٰاةٍ لَا يُحَضِّرُ الرَّجُلُ ف۪يهَا قَلْبَهُ مَعَ بَدَنِه۪

         “bir kimsenin kalbiyle bedeni birleştirilmeden kılınan namaza Cenâb-ı Hak iltifat etmez”[19] diyor. Mümkün mertebe cesedini nasıl huzura geliyorsan kalbinide aynı beraber huzurda böyle olması lazım geliyor.

         İkinci diyor, gafletlikle zikrullah etmek, gafillikle zikretmek. Zikir; Allah ismi, la ilahe illallah Allah ismini yaparken kimin ismini zikrettiğini ve kimin huzurunda olduğunu, sana senden yakın olan bir Cenâb-ı Hakk'a böyle kalbini daha yaklaştırmak lazım geliyor. Secdeye kapandığın zamanda dil, kalbe daha yakın oluyor.

         Üçüncü, Peygamber efendimizin sünnetlerine kıymet vermeden getirilen salavat-ı şerifi kıymet değeri yoktur diyor. Ayda, yılda Peygamberimizin ismi söylendiği zaman bir salavat getiriyor. O'nun sen bütün sünnetlerini kabul etmeden, sünnetlerini benimseyip itaat edip riayet etmeden diyor bu salavat-ı şerifinde kıymeti yoktur diyor.

         Peygamber efendimizin kavli, fiili, halıyla Cenâb-ı Hak cümlemize onun özetini anlatsın ve bu istikamette yürüyüp kendine ulaşanlardan etsin Cenâb-ı Hak.

 


[1] Sahih-i Buhari c.5.s.2269/5772 (Beyrut), Nesai, Sünenü'l-Kübra c.3.s.449/5890 (Beyrut), Ramuze'l-Ehadis c.2. s.510/6.

[2]Bakara Suresi 2/286

[3] Sahih-i Buhari c.5.s.2269/5772 (Beyrut), Nesai, Sünenü'l-Kübra c.3.s.449/5890 (Beyrut), Ramuze'l-Ehadis c.2. s.510/6.

[4] Tabarani, el-Mu’cemü’l-Kebir c.8.s.90/7461 (Musul). Ramuzel Ehadis c.1.s.273/7. İbni ebu’d-Dünya, Kitabu’l-Evliya s.22/43 (Beyrut).

[5] Zümer Suresi, 39/53.

[6]Mutaffifin Suresi 83/14

[7]Bakara Suresi 2/7

[8] Taberani, Mu’cemu’s-Sağir, c.1.s. 307/509 (Beyrut), Münavi, Feyzu’l-Kadir, c.2.s. 501 (Mısır).

[9] Kenzü’l-İrfan fi Ehadisin'-Nebiyyi'r-Rahman1001 Hadis, s. 103/653.

[10]Nasr suresi 110/1-2

[11]Nasr suresi 110/3

[12]Müzekki’n-Nüfus s.276 (Osmanlıca baskı). Münavi, Feyzü’l-Kadir c.5.s.51 (Mısır)

[13] Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.10.s.208 (Beyrut). Piri tarikat Abdulkadir Geylâni, Sırru’l-Esrar ve Mazharu’l-Envar s.14 (Mısır). Tefsirü’l-Beğavi Mealimü’t-Tenzil c.1.s.153. Mustafa bin Abdullah er-Rumi, Keşfu’z-Zunun c.2.s.1362. Münavi, Feyzü’l Kadir c.1.s. 225 (Mısır). Münavi, Kunuzu’d-Dakâik s.11 Deylemi’den.

[14] Deylemi, el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.2.s.49/2282 (Beyrut). Ramuze’l-Ehadis, c.1.s.255/7.

[15] Ramuze’l-Ehadis, c.1.s.18/12. İbni Mace, Sünen, c.1.s.425/1339. İbni Mübarek, Zühd, 1.s.37/114 (Beyrut). Müsnedü’l-Bezzar, c.12.s.300/6136 (Medine-i Münevvere). Tabarani, Mu’cemü’l-Evsat, c.6.s.208/6205 (Kahire). Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, c.3.s.64 (Beyrut). Beyhaki, Şuabu’l-İman c.3.s.465/1958. Abdurrezzak, Musannef, c.2.s.487/4185 (Beyrut). Suyuti, el-Fethu’l-Kebir, c.1.s.49/390 (Beyrut). Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, c.7.s.170/11697 (Kahire). Münavi, Feyzü’l-Kadir, c.4.s.68 (Kahire). El-Beyanu ve’t-Ta’rif fi Esbabi Vürudi’l-Hadisi şerif, c.1.s.34/61 (Beyrut).

[16] Ramuze'l-Ehadis c.2.s.362/9, Deylemi El-Firdevsü bi Me’sûri'l-Hıtab c.3.s.398/5214 (Beyrut)

[17] Kenzü’l-İrfan fi Ehadisi'n-Nebiyyi'r-Rahman 1001 Hadis, s.42/233

[18]Münavi, Feyzü’l-Kadir c.1.s.186 (Mısır).

[19] İhya-i ulumi’d-Din c.1.s.150 (Kahire).

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>