HAKKIYLA MܒMİNLER - (Sırru'l-Esrar 1.Cilt)

HAKKIYLA MÜ’MİNLER

 

Hakkan mü’minleri ayette haber veriyor. Sure-i Enfal ayet 2:

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ

Manası tefsirde, “mü’minler ancak şu kimselerdir ki Allahu Teâlâ’yı zikrettikleri zaman kalpleri hoplar, celallanır kendilerine Allahu Teâlâ’nın ayetleri okunur ise imanları ziyadeleşir ve Allahu Teâlâ’ya tevekkül ederler.”[1]

   Yani, hakkıyla mü’minler odur ki zikrullah ede ede kalpleri kamaşır. O kadar çok zikrullah ederler ki zikrullahın ateşi yüreklerini yakar, kalpleri yanar, vücudu titrer, gözü ağlar kalbi çarpar. Başı kesilmiş tavuk gibi parpazlar. Kalbi nurlanır.

Esrarı sırra geçerler, ondan dolayı Allah’ı zikrettilermiydi halları değişir. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Allahu Teâlâ'yı zikrederken halden hale geçerdi. Ve aşkıyla yanardı. Eshablar rivayet ediyorlar ki Zikrullah ettiğinde o kadar aşka gelirdi ki bizim hiç birimiz O’nun gibi yapamazdık. Namaz kılınca onun kadar kılamazdık. Her ibadette hepimizden ziyade idi demişlerdir.

Allahu Teâlâ'yı zikretmeye başlayınca bir ateşe düşerdi. Olduğu yerden ayağa kalkardı. Hareket ile cehri zikrullaha devam ederdi.

لَيْسَ بِكَر۪يمِ مَنْ لَمْ يَهْتَزْ عِنْدَ سَمَاعِ ذِكْرُ الْحَب۪يبِ

“sevdiğinin ismini duyunca harekete gelmeyen kerim değildir” [2] derdi.

Birde üzerlerine Allahu Teâlâ’nın ayetleri okununca imanları kuvvetlenir. Kur’an-ı Azıymüşşanda söylenen ayetlerde asarı ilahiyi yani ilahi eserleri sezerler. Mucizeleri, kerameti evliyayı tamamen tasdik ederler.

Birde her türlü bela ve musibetleri Allahu Teâlâ’ya tevekkül ile O’na havale eder her işinde Allahu Teâlâ’yı vekil tutar, sabır eder. Her şeyin neticesini O’na bırakır, sabra devam eder.

Hakkan mü’minler böyle olur. Yani zikrullahı çok eder. Ayetlerde söylenen mucizat ve kerametlere inanır. Birde sabır ile Hakk’a tevekkül eder. Enfal suresi ayet 3:

    اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ    

Yani “bunlar namazı çok kılarlar ve Allah için çok hayrat ederler.”[3]

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّاۜ لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ

“işte bunlar hakkıyla mü’minlerdir. Bunlar için verilmeyen dereceler vardır. Allahu Teâlâ yanında bunlar için ikramı ilahi rızıklar vardır. Çok büyük ihsanı ilahi vardır.”[4] 

 Yani bu hakkıyla mü’minler Allahu Teâlâ’ya inançları kuvvetli olduğundan namazı devamlı ve çok kılarlar. Farzı, sünneti, nafileyi kıldıkça kılarlar. Böyle kıldıkça kılanları sever. Birde Allahu Teâlâ’ya inançları kuvvetli olduğundan rızıklarını, mallarını Allah yolunda esirgemeden sarf ederler. Çünkü Allahu Teâlâ’ya inançları, yakînleri kuvvetli geleceğine inanırlar korkmazlar.

Her işlerine Allah’ı vekil yaparlar beklerler.

İşte bunlar hakkıyla mü’mindir. Bunlar için Cenâb-ı Hakk hem dünyada hem ahirette büyük dereceler verir. Esrarı ilahiye, kurbiyeti ilahiyesini verir.

Bu yüksek derecelere nasıl imrenmezsin. Sende bu kabiliyet vardır. Birde böyle çalışanları affedeceğini vaad ediyor. Birde bunlara ibadetlerinin sonunda bol rızık, bol servet, devlet, zenginlik vereceğini vaad ediyor.

Bu yolda, yani şeriat, tarikat, hakikat yolu enbiyalar evliyalar yolu olan çok zikrullah, çok namaz, çok cömertlik, çok sabır edenler, çok dua edenleri Allahu Teâlâ çok sever. Hakkan mü’min bunlardır.

Bu yolu, tarikatı, çok nafile namazı, çok zikrullah etmeyi hoş görmeyenler, bahtı kara, talihsiz, mahrum, mağbun ve müflis kimselerdir. Maazallah, biz Allahu Teâlâ’ya sığınırız.

Bu kadar ayetler okuyup göre dururken mahrum kalmak ne kadar kötüdür. Hiç itiraza mahal yoktur.

Allahu Teâlâ yarın sen bu ayetleri okumadın mı? Yahut dinlemedin mi? nice dereceler vaad ettiğim halde sen geri kaldın. Sebep ne idi? Ben sana kabiliyet mi vermedim? Sen çalıştın da istedinde mi vermedim?

Burada mü’minlerin ulu’l-elbab sahibi olanlarını söylüyor: yukarıda lüb sahibi olanlardır deyi bahsi geçti.

اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

Yani “bu Kur’anı’n ne dediğini ancak ulu’l-elbab yani zikrullah mertebesini sağ böbreğin derecesi olan mutmaine makamına yetiştirenler bilir. Bunlar kör ile beraber midir?”[5] Dediği budur.

ف۪ي شَانِهِمْ

Bunların şanında Rasulü Ekrem sallallahu aleyhi vesellem efendimiz:

يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَ لَا يُخَافُونَ لَوْمَةً لٰۤائِمٍ

“Allah yolunda mücahede edenler, onlar kınayanların kınamasından korkmazlar.”[6]  

 

قَالَ أَبُو بَكْرُ الصِّدِّيقُ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ هَلْ مِنْ جِهَادٍ غَيْرُ قِتَالُ الْمُشْرِكِينَ

Ebu Bekir sıddık radıyallahu anhu “ya Rasulallah, Harpsiz mücahede nedir” dediğinde

يَا اَبَابَكْرٍ اِنَّ اللّٰهَ تَعَالٰى مُجَا هِد۪ينَ فِى الْاَرْضِ اَحِبًّا مَرْزُوق۪ينَ يَمْشُونَ عَلٰى الْاَرْضِ يُبَا هِيَ اللّٰهُ تَعَلٰى بِهِمْ عَلٰى مَلٰۤئِكَةِ السَّمٰوَاتِ وَتَـزَيَّـنَ لَهُمُ الْجَنَّةُ كَمَا تَزَيَّنَتْ اُمُّ سَلَمَةِ لِرَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالٰى عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

“Ya Ebubekir, tahkik Allahu Teâlâ'nın kul­ları var ki yeryüzünde mücahadeci ve onlar mücahitlerdir. Allahu Teâlâ'ya çok sevgilidirler. Onlar rızıklanırlar, yeryüzünde yürürler, gezerler, Allahu Teâlâ onlar ile gökyüzünde göklerdeki melaikelere iftiharla mübahat eder. Yani övünür ve cennette on­lar için ziynetlenir. Ümmü Seleme validemiz radıyallahu anha Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem için nasıl ziynetlendiği gibi” deyi buyurdu.

Ebu Bekir radıyallahu anhu hazretleri sordu ki ya Rasulallah bunlar kimlerdir?

Buyurdu ki onlar şunları tamam yapanlardır:

اَلْاَمْرُونَ بِالْمَعْرُفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْمُحِبُّونَ فِى اللّٰهِ وَالْمُبْغِضُونَ فِي اللّٰهِ

Allah'ın emirlerini halka emir ederler. Nehyini nehy ederler ve Allah için sevişirler ve Allah için buğuz ederler”[7] deyi buyurmuştur.

Bu Allah yolunda nefisleriyle mücahede yapanları birde emri maruf nehyi münker edenleri birde Allah için sevenleri ve Allah için buğuz edenleri söyledi. Allahu Teâlâ’nın has kulları bunlardır.

Şimdi açıklayalım bu dört şeydir ve hakkıyla mü’minde tamamdır.

Biri, fi sebilillah mücahede edenler.

İki, emri maruf nehyi münker yapanlar. Yani iyiliği emir kötülükten nehy edenler.

Üç, Allah yolunda Allah için sevişenler.

Dört, Allah için buğuz edenler.

Her kimde bu dört tamam ise Allahu Teâlâ’nın sevdiği budur. Birinci mücahede yolu, enbiyalar evliyalar yoludur.

Tezkiye-i nefis, tasfiye-i kalb bu yoldur. Nefsini terbiye, kalbini safileştirmek yoludur. Bununla kalbi temizleyip vuslatı ilahiyeye layık etmektir.

Ya Rasulallah mücahede nedir? Demişler. “az yemek, az uyumak, az söylemek” yani malayani sözleri dünyana ahretine faydası olmayan kelamları az söylemek yoksa hakkı söylemek değildir.

         

Her gönülde kenz açılmaz ta ki pür nur olmadan

Padişah konmaz saraya hane mamur olmadan.

      

Bu da Tarikata girip bu halleri bilen bir zata boyun eğip Allah için canından daha ileri, Allah için sevmedikçe zerre kadar Hakk’ın kokusunu ala­mazsın. Nefsini şeytanını yenemez, vuslat yolunu bulamazsın. Ha­kikat ilminden haberdar olamazsın. Hakk Teâlâ’nın esrarına eremezsin.

İkinci şeriatla amel edenler tarikatla sülük edenlerdir ki Allahu Teâlâ'nın emirlerini kendi tutar halka da öğretir. Nehiylerinden kendi kaçar, halkı da kaçırır, böylece tarikata çalışır. Şeriat ve ta­rikat ile amel ve itikadını birleştirir zikrullah yolunda zikrullah ile kalplerini Mutmainneye yetiştirir.

Üçüncü Allah yolunda Allah için sevişenler, Allahu Teâlâ yanında Allah için sevişenlerden sevgili kimse olmaz. Rasulü Ekrem efendimiz bunların şanını söylüyor. Hadisi şerifin ravisi Muaz ibni Cebel radıyallahu anhudur:  

اَلْمُتَحَابُّونَ فِيَّ عَلٰى مَنَابِرٍ مِنْ نُورٍ يَغْبِطُهُمْ بِمَكَانِهِمُ النَّبِيُّونَ وَالصِّدّ۪يقُونَ وَالشُّهَدٰۤاءُ

Yani “Allah için sevişenler nurdan minberler üzerindedirler. Onların mekânlarına peygamberler, sıddıklar, şehidler imrenirler”[8]

Bu ehli tarik olanlar kadar bir birlerini Allah için sevenler var mı? Yoktur. Şeyh, müridlerinin yoluna icab ederse malını ve canını feda eder. Mürid de şeyhına ayni eder. Hocalarda tarikatsızlarda bu sevgi asla yoktur.

Bunların bir nişanlarıda:

الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلٰى الْاَرْضِ هَوْنًا

“onlar ki yeryüzünde aklu adaletle gönül enginliği ile dolaşırlar”

وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا

“cahillerde bunların hakkında kötü kötü hıtaplarda bulunurlar. Bunlar onlarla karşılaştıklarında ‘kalu selama’ aramızda ne var sakinlik selametlik derler.” [9]

Bu Allah için sevişenlere Cenâb-ı Hakk’ın vaadı çoktur. Hadisi Kudsi:

حَقَّتْ مُحَبَّت۪ي لِلْمُتَحَابّ۪ينَ فِيَّ                 

Deyi buyurmuştur. Yani “benim için sevişenlere benim onlara sevmekliğim hak olur” [10] buyuruyor.

Kardeşim sen buna nasıl imrenmezsin? Bu kadar mühimdir.

Dördüncü, Allah için buğuz edenlerdir ki yine hakkıyla buğuz bu ehli tariktedir. Allahu Teâlâ’yı zikretmeyenleri sevmezler. İster babası, oğlu, kardeşi olsa da buğuz eder. Allah’ı sevenleri sever. Sevmeyenleri sevmez. İsterse kendine dünyaca menfaati olsun sevmez. Allahu Teâlâ’yı seveni kendine menfaatsiz olsa da onu sever.

عُلُوُّ الْهِمَّةِ مِنَ الْا۪يمَانِ

“insan kendi himmetini yüksek tutmak imandandır” kendi vakarını muhafaza etmelidir. Her olur olmaza boyun kesmemelidir. El kapılarında yüzsuyu dökenlerden olmamalıdır.

Yukarıda hadisi şeriflerde söylenen kötü hocalar, kötü şeyhlar, bu dinin afatıdır dediği bunlardır. Hadisi şerif:

مَنْ تَضَعْضَعَ لِغَنِيٍّ لِأَجْلِ مَا ف۪ي يَدَيْهِ ذَهَبَ ثُلُثَا د۪ينِه۪

“Her kim zenginliğinden dolayı o zenginin elindeki için boyun kesip yaltaklansa o kimsenin dininin üçte bir gider”[11] buyuruyor.

Bir kimse âlim olup ta sonra bir kulun kapısına varıp ondan bir şeyler isteyip halini ona söylerse yüzsuyu dökse o âlimin dininin üçte biri gider deyi buyurmuştur.

Hangi bir hoca hangi bir şeyh denilen kimse halini zengin bir kimseye arz etse veya ima veya işaret etse dinin üçte biri gider. Bir daha ederse öteki biri de gider. Bir daha ederse o biri de gider.

Allahu Teâlâ buyuruyor: “her kim beni bırakırda kendi gibi bir mahlûka güvenir dayanırsa ondan bekler ise gitsin başka tanrı arasın.”

  Amma bu sözler cahillere değildir. Ben âlimim diye iddia edenleredir çünkü âlim, Allahu Teâlâ’yı bilmektir. Allahu Teâlâ’yı bilen başka kulların yardımını beklemez, Allah’tan bekler.

Ben şeyhım derde halkın malına göz dikerse birde ben âlimim derde zenginlere halini şikâyet ederse bunlaradır.

 


[1] Enfal suresi 8/2

[2] İmamı Celale’d-Din es-Suyuti Hasaisu’l-Kebir, İmam-ı Sühreverdi Avarifü’l-Mearif 25.bab, Müzekki’n-Nüfus s.246 (Osmanlıca baskı)

[3] Enfal suresi 8/3

[4] Enfal suresi 8/4

[5] Raad suresi 13/19

[6] Hâkimi Tirmizi,  Nevadiru’l-Usul fi Ehadisi’r-Rasul c.2.8.147 (Beyrut)

[7] İmamı Gazali İhya-i Ulumi’d-Din c.2.s.307 (Mısır)

[8] İmamı Ahmed ibni Hanbel, Müsned c.5.s.239/22133 (Mısır) Sahihi İbni Hıbban, c.2.s.338/577 (Beyrut), Tirmizi, Sünen c.4.s.597/2390 (Beyrut) ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.2.s.131 (Beyrut).

[9] Furkân: 25/63

[10] İmamı Ahmed ibni Hanbel, Müsned c.5.s.239/22133 (Mısır) Sahihi İbni Hıbban, c.2.s.338/577 (Beyrut), Hâkim, el-Müstedrek c.4.s.187/7315 (Beyrut).

[11] Ğunyetü’t-Talibin c.2.s.239 (Osmanlıca baskı), el-Fethu’r-Rabbani s.334. Beyhaki Şuabu’l-İman c.7.s.214/1045–1046 (Beyrut). 

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>