İLM-İ HİKMET - (Sırru'l-Esrar 1.Cilt)

İLM-İ HİKMET

 

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

اَلْعِلْمُ عِلْمَانِ, فَعِلْمٌ ثَابِتٌ فِي الْقَلْبِ فَذَاكَ عِلْمُ النَّافِعُ وَعِلْمٌ فِى اللِّسَانِ فَذٰاكَ حُجَّةُ اللّٰهِ عَلٰى عِبَادِهِ

İlim ikidir; biri kalbte sabit olan ilim ki ilm-i hikmet budur. Kalbten doğan ilimdir”

  فَذٰاكَ عِلْمٌ نَافِعٌ    “En menfaatli ilim budur.”

Bir de var ki dilde lisandaki ilimdir, kitaptır. Bu da kullarına Allah’ın bir hüccetidir (delilidir)[1] Çünkü biz ilm-i hikmeti kitapla, kitabı da ilmi hikmetle tasdik edeceğiz.

Kalpten doğan ilim odur ki, mevhibei ilahiyeden zuhur eden ilimdir. Doğrudan Cenâb-ı Hak’tan gelir.

Şeyh Muhyiddin Arabî Hazretleri, İmam Fahreddin Razi Hazretlerine mektup yazmış. Mektupda diyor ki: “Ey veliyyü fillahım. Sizin yazmış olduğunuz kitapları mutala ettim. Çok büyük zekâya sahip olduğunuzu anladım. Fakat kitaplara yazılan ilimden başka bir de ilmi ledun var. Bu ilme asıl namzet olan sizlersiniz. Bu ilm-i ledune de çalışsan çok iyi olur. Kitap ilmi yanılır, bu yanılmaz.

Sizin ahbabınızdan birisi yanıma geldi dedi ki, “İmam Fahreddin Razi çok ağlıyordu. Öyle ağlıyor, öyle ağlıyor ki kendi kendini mahvetme derecesinde ağlıyordu. İmama sordum, niçin ağlıyorsun? “Ben ağlamayayım da kim ağlasın. Kırk seneden beri bir mes’eleye itikat ederdim. Bu itikatla da çok kitaplar yazdım. Şimdi anladım ki yanlışmış. Millet bu kitapları kıyamete kadar Fahreddin Razi’nin kitabı diye okuyacak. Geri toplama imkanıda yok. Ben ağlamayayım da kim ağlasın” dedi.

Kardeşim biz ilmi sahibinden alırız. Bizim arkadaşlardan bazısı der ki, kalbim bana Rabbımdan haber verdi derler, biz onu da kabul etmeyiz. Kalbi arasına vasıta koyuyor. Bizzat Rabbım bana haber verdi demeli. Bu ilimde, ilm-i ledundur. Sahibinden gelir. Sen de buna namzetlisin, ne duruyorsun” dedi.

Buda hakiki ehli takva hakiki ehli tasavvuf vera vakar sahibi olanlara Cenâb-ı Hak dilediği zaman onlara İlhami Rabbani etmesidir. İlhami Rabbani gelen kimsenin sünneti tamam olması lazım, bidatlerden tamamen kurtulması lazım, konuşmaları Kur’an ve hadisi tutması lazım.

Sünnete, şeriata hor bakar ise sünneti tamam değilse, bidatten kurtulmuş değilse, sözlerine itibar olunmaz. Onları aldatmak için şeytan ibadetlerine karışır, rüyalarına karışır, iyi taraflarını kendilerine gösterir.

Allah’ın hakikat yolundan şaşırtır, kibire, gurura, ücuba-benliğe düşürür. Her şeyleri kendi biliyor zandında noksanı başkalarında görür, Kendisinin her işini tamam bilir.

Buraya şu hadisi şerifide ilave yapalım:

لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ ف۪ى قَلْبِه۪ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ

 “Yani kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse azap görmedikçe cennete giremez” [2] deyi buyrulmuştur.

Şeriat dediğimiz; bizleri halk eden yüce Rabbimizin kullar üzerine şunları tutun şunları tutmayın diye verdiği emirler ve nehiyleridir ve kanuni ilahiyesidir. İlerlemek isteyenlerin şeriatı tamam olması lazımdır.

Şeriat cümle işlerin başıdır. Şeriatsız tarikat şeytan işidir. Şeriattan kıl kadar ayrılan tarikattan dağlar kadar ayrılır.

 

Tarikat ehlinde olmasa şeriat

Onların şeyhı şeytan olur mutlak

 

Din kardeşlerinin hepsi yaratılışta İslam olarak yaratılmıştır. Mü’minler din kardeşlerinin arasını açmazlar, açıcı hallerde olmazlar.

Araları açılmış olan Müslümanların kalplerindeki kırgınlığı, dargınlığı düzeltirler. Aynı vücuttaki azaların kırığını düzeltip yerine getirdikleri gibi.

Bunlarda manevi bir doktordur. Nasıl ki sınıklar; bir kırık, mahallinden kaymış çatlamış olanları anlayıp organları geri yerine getirip sarıp tedavi ettikleri gibi mü’mini kâmiller de manevi bir doktora benzer. İki Müslüman din kardeşlerinin arası açılmış derhal onları nereden kırılmış, nereden açılmış onları geri anlayıp yerine getiren, düzeltip saran sınıkçı gibi Müslüman din kardeş bacıların arası nereden açılmış, dargınlıklar ne sebepler olmuşsa onları bulurlar, kalplerini düzeltip ıslah ederler.

Münafıklar, münkirler de bunun aksini yaparlar. Müslümanları arasını açarlar, fesatlık yaparlar, münafıklık yaparlar. Müslümanları bir birlerine kırgınlığa, dargınlığa ve adavet, buğuz, kin, küdretli bir hale getirirler, Allah şerlerinden korusun.

Bunlarda yaptıkları fesatlıklardan Müslümanların aralarını kırıp, fesat düşüren, gerginleştiren, sağlam yerlerini kırıcı fesat yaptıklarından büyük günah kazanırlar.

Yapıcı olan mü’mini kâmillerde Müslümanların aralarını düzeltici olduklarından Allah’ın indinde büyük ecir sevabını alırlar. Çünkü kırık gönülleri düzelttikleri için

Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri mü’minlerin vasıflarından haber veriyor:

مَا وَسَعَن۪ي أَرْض۪ي وَلَٓا سَمٰٓائ۪ي اِلَّا قَلْبُ الْمُؤْمِنِ

Yani “Yerlerim ve göklerim Bana geniş gelmedi. Ancak mü’min kulumun kalbi geniş geldi”[3] buyuruyor.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hazretleri buyuruyorlar ki

اَلْمُؤْمِنُ اَفْضَلُ مِنَ الْـكَعْبَةِ

Yani “Allah indinde mü’min-i kâmil Ka’be’den efdaldır”[4]

Kâbe-i muazzama İbrahim Halilullah’ın yapısıdır, mü’mini kâmilin kalbi Celilullahın yapısıdır.

Bu hususta Mevlana hazretleri, Beyazıt Bestami hazretleri neler söylüyor: Zahiren servetiniz yerini buldu haç boynunuza farz oldu gidin haccın farziyeti boynunuzdan sakıt olsun ama kalbin ıslahı için, tedavisi için, nefsin terbiyesi için, manevi kabeyi ziyaret etmeyi unutmayınız. Kim onlar; zahir bir dâhiliye mütehasısı doktor dışını tedavi yaptığı gibi manevi doktorlara başvurmayı unutmayın. Onlar mü’mini kâmillerdir.

Zahirde doktorlar dışını tedavi yaptığı gibi manevi doktorlarda içini tedavi yapar, temize çıkarırlar. Kalbini tedavi edip selamete çıkarırlar. İstinat ettiğimiz hadisi şerife başvuralım. Ulumuz baş tacımız olan sevgili Peygamber efendimiz ne buyuruyor.

مَجَالِسُ الْحُكَمٰٓاءِ يُحْيِى الْقَلْبَ

“Hükama meşayıkh sınıfına ulaşan zahir batın ilmine Hamil olan ilmiyle amil olan kâmil Hükama meclisine devam ediniz ölü kalbiniz dirilir”[5]buyuruyor. İşte onlar manevi bir doktor sende teslim olup Allah için ziyaret edersen onlarda senin maneviyatını tedavi eder ve manevi emrazlardan selamete çıkarırlar.


[1] Remuzul Hadis c.1.s.223-Ebu Nuaym-den

[2] İmamı Ahmed ibni Hanbel, Müsned c.1.s.416/3947 (Mısır). Hafız, el-Münziri, terğıb ve’t-Terhib c.3.s.355/4417 (Beyrt). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.5.s.105/7611 (Beyrut). Kenzü’l-İrfan 1001 Hadis s.117/749 Osmanlıca baskı).

[3] Tefsirü’l-Geylani c.1.s.117 (Beyrut). İhya-i Ulumi’d-Din c.3.s.14 (Kahire). Ahmed İbni Receb el-Hanbali, Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hikem s.398 (Beyrut). Deylemi el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.3.s.174/4446 (Beyrut).

[4] İhya-i Ulumi’d-Din c.4.s.146 (Kahire). Ramuze’l Hadis, c. 2, s. 348/a (Değişik lafızla)

[5] Heysemi, Mecmau’z-Zevaid c.1.s.125 (Kahire). Deylemi, el-Firdevsü bi Me’sûri’l-Hıtab c.3.s.196/4550 (Beyrut). 

<<< Önceki Kayıt - Sonraki Kayıt >>>